20 Ağustos 2011 Cumartesi

XXI DERGİSİ TRUVA MÜZESİ DOSYASINDA YAYINLANAN RÖPORTAJIMIZ

2011 temmuz/ağustos

 


 
Troya Müzesi Yarışması'na katılmış bir mimar olarak sizce yarışmanın ana zorlayıcı noktası neydi?



Öncelikle bu yarışma konusunun, iletişim boyutu ve kullanıcı profillerinin analizi üzerinden ele alınması gerektiğinin farkında olmak gerekir.

Truva Milli Parkı herhangi bir sit alanı da değildir. Bu alanda yaşananlara dair çok ciddi kitlelere ulaşmış yazılı eserler var.

Öte yandan Truva’yı keşfetmek için kilometrelerce uzaktan gelen bir ziyaretçi profili var karşınızda, zira sit alanı Çanakkale’ye dahi oldukça uzak.



Simdi düşünün ki, böyle yüklü bir bagajla geliyorsunuz sit alanına, sit alanı bir hiçliğin tam ortasında. Kazı alanını bile algılayamıyorsunuz sit alanına ilk ulaştığınız an. Bu hiçlik öyle dramatik bir peyzajın içinde konumlanıyor ki, uçsuz bucaksız tarlaların ufuk çizgisinin ve zeytinliklerin içinde. Aslında farkında olmadan kendi Truva’nız ile buluşuyorsunuz bu peyzajın içinde.

Bir çeşit iade-i ziyareti özetliyor bu durum, Ayrıca üzerinde çok konuşulan “eşik” kavramının, mimari öğelerin zorlama kullanımlarında aramak yerine mekân kullanıcılarının algısında sorgulanmasının gerektiğini hatırlatıyor.

Öğrencilik yıllarımda, yarışmanın jüri üyelerinden Sayın Han Tümertekin’in bir röportajını okumuştum. Yanlış hatırlamıyorsam, hiçbir yapı elemanına ihtiyaç duymadan, sadece dört ahşap direk arasında gerçeklesen bir köy düğününden bahsediyordu. Buna benzer bir şeyden bahsetmeye çalışıyorum aslında.

 Dolayısıyla, böyle bir proje konusu kendi içinde tuzaklarla doludur bir mimar için. Bu noktada mimarin, kendi Truva okumasını ya da sadece eserlerin sergilenmesini temel strateji olarak alması çok büyük bir yanlıştır. Bu ezbere dayalı bir tavır olur.  Başka bir deyişle,  her gelen ziyaretçinin kafasında olay ya da imge değil olaylar zinciri olduğu için ve zaten sit alanına atılan ilk adımla bu hikâye örüntüsünün ziyaretçisinin belleğinde yeniden canlanmaya başlaması nedeniyle, bu doğrultuda yapılabilecek en büyük hatalardan biri içe dönük bir plan kurgusu kullanmaktır. Bu durum,  ziyaretçinin kafasındaki hikâyenin üstüne mimarin kendi hikâyesini yeni bir katman olarak eklemek yerine, aynı hikâyenin başka bir yorumunu başka bir düzlemde empoze etmeyi denemesidir,  ya da zaten inşa edilmiş bir hikâyeyi, sadece eserleri sergilemeye indirgeyerek parçalara ayırmasıdır. Belki bu ikinci durum, yöntem olarak biraz daha insaflı bir iletişim seklidir. Çünkü karşılaşmanın ilk etabında kullanıcının kafasındaki hikâyenin dekonstrüksiyonu amaçlanmaktadır.

Düşünün ki, bugün elimizdeki İletişim araçlarıyla Truva kazısında çıkarılmış herhangi bir esere dair bilgiye, gorsele ya da hikâyenin farklı yorumlarına ulaşmak mümkündür. Bu doğrultuda düşünüldüğünde, evimizden kilometrelerce uzaktaki sit alanına niçin ayni hikâyeyi başka bir ağızdan dinlemek için gidelim?

Bu durum bana seneler önce, Truva filmi setinde hazırlanan Truva Atı’nın Çanakkale’ye getirtilmek istenince, hali hazırda sit üstünde duran atı yapan marangoz’un kendi atının daha güzel olduğunu söyleyişini hatırlatıyor.



Sonuç olarak yarışmaya katılan ekiplerin bu problematik ile savaşmadan, sorunu çözebilmeleri adına ortada çok kolay ve çok geçerli bir araç vardı. Sit alanını ziyaret edenler bilirler, proje alanı doğal koşullarıyla çok dramatik ve Tevfikçiye koyunun dahi adeta peyzajın bir parçası olarak algılanabildiği bir yerde konumlanıyor.  Yapılması gereken tek şey bu peyzajla bütünleşmek ve ziyaretçilerin kafasındaki Truva’nın burada yaşandığını onlara işaret etmektir.



Ödül alan projelerden yola çıkarak jürinin değerlendirme kriterleri üzerine yorum yapmak ister

misiniz? Kendi projeniz ödül almamış olsa dahi yarışma sonuçlarından memnun musunuz?



Teslim edilen projelerin değerlendirilmesi belki bu konunun daha derinlemesine irdelenebilmesi adına farklı disiplinlerden uzmanların da katıldığı bir asil jüri organizasyonu yapılabilirdi. Örneğin,  Sayın Aykut Köksal’ın bu konuyla ilgili daha önce belirttiği “Alan Yönetimi”  gibi önemli bir kavram var. Bu konuda, yorum yapabilmek icin sadece mimarlık formasyonu yeterli midir? Bana göre tartışılır.



Bir ikinci husus ise şartnameyi hazırlayan ekibin, jürinin beklentilerini çok iyi ifade edememiş oluşudur. Zira ihtiyaç programında istenilen açık alan ve kapalı alan organizasyonları çevresiyle ilişki kuran bir binayı işaret ediyordu. Jüri ise tercihini farklı yönde kullandı.  Elbette ki bu durum, eğer sonuçları belirlemek için önemli bir veri olarak kullanılmayacaksa, niçin böyle bir ihtiyaç programı hazırlandı sorusunu gündeme getiriyor. Aslında bu tip belgeler bir çeşit kontrat niteliğindedir.

Ancak, bizim gibi genç mimarların yarışma iptali gibi hukuki süreçleri takip edebilecek, ne zaman acısından de ne ekonomik gücü maalesef yok.

Sonuçlardan memnuniyet konusunda gelince, ödül grubunda hem iyi hem de kötü projeler var, bu noktada sonuçlardan tamamen memnuniyetsizim demek yersiz olur. Ancak en önemlisi, ebetteki birinci ödüle layık görülen ve inşa edilmesi öngörülen projedir. Bana göre, bu proje, mimari açıklama raporu ve çizilen proje arasındaki kararsız ilişki ve probleme yaklaşımını sadece bir tipoloji çalışmasına indirgediği için böylesi önemli bir problematik karşınsında oldukça yetersiz kalmıştır.  Oysaki mimari açıklama raporu yaklaşık olarak yapılması gereken şeyi işaret etmiş denebilir.





Bu yarışmanın gerek kendi mesleki pratiğinize, gerekse Türkiye mimarlık ortamına ne gibi katkıları oldu?


Bu yarışmanın mesleki pratiğime çok önemli bir katkısı olmadı.  Ancak söyle bir gerçek var ki, yarışma sonrasında gerçeklesen tartışmalar, ülkemizde yarışma kültürü adına umut vericidir. Bu tartışmalar sonucunda Truva müzesi için düzenlenmiş olan gibi, önemli mimari yarışmalar için, yarışma organizasyonu ve jüri seçiminin çok yönlü yapılmasının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gördük. Umarım artık bu tip yarışmaları düzenleyen kurumlar, bu durumu daha ciddiye alırlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder